17.6.05

Zülf-i Yâre Dokunduk...

Yatmadan önce dişlerimi fırçalayıp, blogumu yazayım istedim. Farkında olmadan iyice sardı bu beni. İnatla "ben blog istemem!" diye diretmiştim (inatçıyım evet) ama şimdi eğlenceli buluyorum.

Şu ara blog kardeşliği, blog nasıl yazılır tartışmalarına dalmış. Mesaj kaygılı ortamlar beni geriyor açıkçası. Hayatımın neredeyse tümü birilerine birşeyler öğretmekle, doğru mesajlar vermeye çalışmakla geçtiği için kendimi ve hatta kendimizi rahat bırakmamız gerektiğini düşünüyorum.

Son bir kaç ayda elimden geçen kitaplardan birkaçı bana gerçekten hiç birşey katmadı. Ama çok eğlendiğim, elimden bırakamadığım kitaplar vardı aralarında. Yine de okumak güzel... Blog okuyorum şimdilerde bol bol. Bana birşey katmama ihtimalini bile bile. Hayır beklemiyorum da. Başkalarının yazdıklarını, belkide hayatlarını okurken eğleniyorum, hatta 17-18 yaşlarında çocukların kullandıkları dile şaşıyorum. Hoşuma gidiyor, seviniyorum... Gençliğin "çarpım tablosu bile bilmiyorlar" diye fişlenmesinden rahatsız olan kesimdenim.

Neyse... Aslında şunu söylemek istiyordum yatmadan önce, yukardakiler iç hesaplaşma gibi birşeydi. Bu konuda söyleyeceğimi koyu beyazda söylemiştim.

Az önce keyifli keyifli beyaz inci ödüllerinin verilişini izlerken müthiş bir gürültüyle inledi sokak, bir patlama oldu sonra bir dizi patlama takip etti onu. Enteresan tarafıysa (bu yeterince enteresan değil çünkü) annemle yerimizden kıpırdamadık bile "yine havai fişektir" diye... Çocuk ruhlarımızı bile öldürdünüz rutinlerinizle. Oysa ne çok severim rengarenk saçılan parıltıları. (Zorlama bir sosyal içerik mesaj vermeye çalışırsak şöyle söylene bilir;) "Ne kadar tuzunuz kuru kardeşim! Ota .oka havai fişek atılmaz ki!" Salata mıdır her ne naneyse o var burda. Neredeyse gün aşırı bu tarz aktiviteler gerçekleşiyor. Kınıyoruz... Eğlenmenin de bir âdâbı var.